15 Aralık 2014 Pazartesi


Yatağan'da aslında ne oldu?
Muğla Yatağan Termik Santrali ve bağlı kömür ocaklarında 447 gündür süren direnişe “Sattırmayacağız” pankartlarının altında şube başkanlarının yaptığı konuşmalarla son nokta konuldu. Tes-İş ve Türk Maden-İş sendikası şube başkanları direnişi kazanımla bitirdiklerini iddia etti. Alkış olmadı. Homurdanmaların dışında sadece Kadir Balta adlı bir işçi sesini yükseltti ve “Kolay teslim oldunuz. Sattırdınız” diye bağırdı. Sonra da bana, “Rezalet. 446 gün direniş boşa yapılmış oldu. Sattılar” diye konuştu. Tüm işçiler aslında direnişin kazanımla bitmediğini biliyordu, aslında hemen hemen hepsinin içi buruktu, sessizliklerinden ve bakışlarından bu anlaşılıyordu. Ali Bayraktar adlı işçi gibi, “Yapacak bir şey yok. Destek yoktu. Burada yaratılan psikolojiye uymak zorunda kaldık” şeklinde dertleşme bağlamında hemen hepsi cümleler kuruyordu.
Çünkü direnişin başlangıç nedeni ve ana talebi özelleştirme uygulamasının önüne 1997 ve 2000 yıllarında olduğu gibi geçilemedi. Vergi rekortmeni, devletin en kârlı kurumlarından biri Yatağan Termik Santralı ve bağlı maden sahaları değerinin çok çok altına, birkaç yıllık gelirine 1 milyar 91 milyon dolara Bereket Holding’e bağlı Elsan Elektrik şirketinin eline geçti.
“Sattırmayacağız” diyen sendikalar ve işçiler 10 maddelik bir protokol karşılığında buna razı oldu. Kazanım diye sunulan protokol basından gizlendi. Ulaşmayı başardık. Basından neden gizlendiğini anladık. Anlaşmada, 4-C’ye geçiş serbestliği, asıl işte taşeron işçilerin iş yasalarına uygun şekilde çalıştırılması, devir tarihindeki işçi sayısının korunması, bir lojman ücretlerinin indirilmesi, Mart ayındaki toplu iş sözleşmesine kadar sözleşme hükümlerinin korunması, yöre halkından çalışan alınsın gibi basının kazanım olarak değerlendirmeyeceği maddeler yer almasıydı. Peki neden böyle oldu? Yatağan direnişi özeleştirmeye karşı ana talebinden neden vazgeçti, neden sendikacılar postu kurtarma derdine düşü?
Niye, Yatağan işçisinin 446 gün süren direnişi 1 Aralık’ta Özelleştirme İdaresi’nin Elsan Elektrik’le devir sözleşmesi imzalamasının ardından 2 gün içinde bitirildi, direnişe 3’üncü gün son nokta konuldu?
Cevap basit! Sol medyanın çok sevdiği direniş haberlerindeki abartmayı bir yana bırakıp Yatağan ilçesine gidip ilk gördüğünüz dükkana girdiğinizde veya en kolay bilgi alınacak yer kahvehaneye oturduğunuzda ya da santralin zehirli gazlarından etkilenen köylerden birine gittiğinizde neden özelleştirme uygulamasının durdurulamadığı konusunda fikir sahibi olurdunuz.
Birkaç gün önce Yatağan’a sabahın köründe indiğimde ilk konuştuğum ilçenin girişindeki çorbacıydı. Yatağan Termik Santralı ve bağlı maden ocaklarındaki işçilerle ilçenin bağlarının kopuk olduğunu, direnişin nedenlerinin ilçe esnafına dolayısıyla halka anlatılamadığını anladım. Kahve ahalisi, taksici, lokantacı da çorbacı gibi “İşçinin sorunu… Çok para alıyor onlar. Bizlerden alışveriş etmezler. Buranın halkını küçük görürler” şeklinde benzer söyledi.
Santrale gittiğimde de ise ümitsiz bir hava vardı. Tıpkı Yatağan Termik Santrali’nin zehirli gazlarından en çok etkilenen köylerden Şahinler Köyü sakinleri gibi… Köy halkı yıllarca imza toplamalarına karşın, davalar açmalarına karşın bir şey değişmediğini görmüş, en son ek tikleri ürünlerin ziyanından dolayı dava açmaları da engellenmeye başlanınca tarımı bırakmıştı. Gün geçtikçe daha az yağ veren zeytin ağaçları bir kalmıştı, artık domates, biber, soğan, patlıcan hatta mandalina pazardan alınır olmuştu. Ümitsizlerdi...
Santral işçilerinden çoğu gibi…. İşçilerin çoğunluğu 440’ıncı günlerdeki direnişin başarıyla sonuçlanacağından ümidi kesmişti. Santralin önündeki direniş alanında ilk önce sayının azlığı gözüme çarptı. Sordum, ‘işçiler santralde çalışıyor’ dediler. Gezdim ama orada da fazla kişi yoktu. Santralin 450 işçisinden en fazla 100’ü direnişteydi.(Bu durum 380 işçinin çalıştığı maden sahası için de geçerliydi. Maden sahasının önüne kurulu barikat ve içerilerde 100 kişi ya vardı ya yoktu) Direniş alanında olan işçiler arasında da önceki özelleştirme saldırıları sırasında mücadele deneyimi edinen birkaç işçi dışında devir sözleşmesinin imzalanmasına, çoğunluğu “bu iş bitti” tepkisi göstermekteydi. Yatağan’da 440’ncı günlerinde olan direnişe ve başlatılan işyeri işgaline geniş kitlelerin ilgi göstermemesi de işçilerin morallerini bozan etmenlerden biriydi. Gelen sınırlı sayıda destekçinin el sıkışıp, çay içip biraz oturduktan sonra el sıkaşarak gitmesi işçiler tarafında bir etki uyandırmıyordu. Hatta, şakayla karışık, “Cenaze kalktı, hoş geldiniz taziye çadırına” deniyordu. İşçiler ve Türk Maden-İş ile Tes-İş’in Yatağan Şubesi yöneticileri farklı illerde özelleştirmeye karşı eylemler yapılmasını, geniş kitlelerin tıpkı Gezi’de olduğu gibi çadırlarını alarak gelmelerini gelip kendileriyle birlikte direnmelerini istiyordu. İstiyordu ancak desteğe gelip de işçilerle birlikte santral ve maden sahası önünde sabahlayan iki elin parmakları kadar kişiyle de sohbet edildiği yoktu. İşçilerin çoğunluğu direniş ateşlerinin başında gruplar halinde oturuyor, yanlarına gelenlere şüpheli gözlerle bakıyor, sohbet edilmek istenildiğinde, direnişleri sorulduğunda konuyu değiştirip milliyetçi nutuklar atmaya başlıyordu. Bunda direniş alanındaki sivil polislerin tacizlerinin payı olduğunu ve işçilerin herkese şüpheyle baktığını yabana atmayalım. Tabii iletişim yeteneği olan üniversite öğrencilerinin bazılarının süreç içerisinde işçilerle ortak bir dil tutturabildiğini göz ardı etmeyelim.
Direnişin bitirilmesinin bir başka nedeni ise sendikal anlayışın sınırlılığıydı. Türk-İş’e bağlı AKP’ye yakın uzlaşmacı sendikalar Tes-İş ve Türk Maden-İş’in Yatağan yöneticileri haberlerden okunduğu ve söylemlerine bakıldığında muhalif kimlik sergilemekteydi. Ancak 10 yıllık yöneticilerdi, işçilerden konuştuklarım “Kendi adamlarını delege seçerler. AKP’yi eleştirirler ama sendikada muhaliflerin üstünü çizerler”diyordu.
Tes-İş Yatağan Şube Başkanı Fatih Erçelik’in benim orada olduğumu unutarak 2 gün önce gece direniş alanında işçileri direnişten vazgeçirmek için, “Biz işyeri terk etmeme eylemi yapıyoruz diyoruz da resmen işgal bu! Cezası 8 yıl. Devlet bize toleranslı davrandı. Sonuçta sabırları var. İşten atılan benden hesap sorar. Santrale gelenler bir şey yapsa bunun altından nasıl kalkarız? Bana kazandı da sattı da diyecekler. 4-C’ye geçişin uzatılması Yatağan direnişi sayesinde oldu. Evrensel, BirGün ‘sattı’ der” sözleri Türk Maden-İş Yatan Şube Başkanı Süleyman Girgin’in, “Müdahale olsa bizi kimse muhatap almaz” söylemleri şube başkanlarının sendikal kimliklerini ifade eder nitelikteydi. Türk-İş’in 13-15 bin TL civarında maaş alan yöneticilerinden de zaten düzgün bir sınıf duruşu beklenmesi hayalcilik olurdu. Tüm bu etmenler toplandığında işçilerin çoğunun sınıf kimliğini özümsememiş olması, ümitsizliği, uzlaşmacı sendikal anlayışın kısırlığı ve direnişin önce santralin çevresindeki halk olmak üzere geniş kesimlerce kabullenilmemesi ve karşıda arsız bir hükumet anlayışı direnişin kazanımla sonuçlanmasını imkânsızlaştırdı.
Sonuçta direniş bitirildi. Biterken de her pratikte olduğu gibi ardında deneyimler bıraktı. Yatağan direnişi 1980’li yıllardan bu yana sendikalı olan iş yerlerinde dahi sendikal eğitimin tabanda yer alan işçilere verilmediğini gösterdi. Bir direnişin başarılı olması için önce yöre halkının desteğini alınmasının sonra geniş kesimlerin desteğinin aranmasının gerektiğini ve kopan bağların örülmesinin şart olduğunu kanıtladı. Türk-İş sendikalarındaki uzlaşmacı yaklaşımın kılcal damarlara kadar işlediği ve bundan kurtulmanın uzun mücadeleler gerektirdiğinin yeni bir örneği oldu. İşçilerin 447 gün süren uzun soluklu bir direnişte dahi eğitimler olmadan işçi sınıfı kimliğiyle hareket edemeyeceğini belirledi. Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesi verdiğini söyleyen güçlerin ana gündemlerinin işçi direnişleri olmadığı ya da geniş kesimleri harekete geçirmekten uzak olduğuna ve güçsüzlüklerine kayıt düştü.

3 Kasım 2014 Pazartesi


İŞ CİNAYETİ SONUCU ÖLEN ÇOCUK İŞÇİ İÇİN KÜTÜPHANE YAPTILAR

Türkiye’de ilk defa iş cinayeti sonucu ölen bir çocuk anısına kütüphane yapıldı. İş cinayeti sonucu geçen yıl 31 Ekim’de can veren Eren Eroğlu’nu arkadaşları unutmadı.  Tabela takmaya gönderildiği Özel Doğa Hastanesinde yüksek gerilim hattından geçen elektrik akımına kapılarak yaşamını yitiren çocuk işçi Eren Eroğlu’nun adını taşıyan kütüphane yapıldı. CHP İstanbul Zeytinburnu Gençlik Kolları üyeleri imece usülü kitap toplayarak Eren Eroğlu için Zeytinburnu İlçe Örgütü’nde oluşturdukları kütüphaneyi önceki gün akşam törenle açtı.
Çocuk kitaplarının, dünya klasiklerinin, Aziz Nesin’in, Uğur Mumcu’nun kitaplarının yer aldığı kütüphanenin açılış töreninde CHP Gençlik Kolları üyeleri Eren Eroğlu için besteledikleri şiiri de okudu.
Duygusal anların yaşandığı törenin sonunda Eren Eroğlu’nun ailesi gençlere örnek davranışları için teşekkür etti. Eroğlu ailesi Eren’in kitaplarını kütüphaneye bağışlayacağını açıklarken, CHP Zeytinburnu İlçe Örgütü Gençlik Kolları üyeleri de sorumlular hesap verene kadar iş cinayetleri davalarının takipçisi olacaklarına söz verdi.
ARANAN ADALETİ BULSAYDILAR BELKİ ERMENEK OLMAYACAKTI


İş cinayetlerinde yakınlarını kaybedenler, iş cinayetlerine dikkat çekmek, iş cinayetleri davalarındaki gelişmeleri aktarmak için  35’nci Vicdan ve Adalet Nöbeti’nde Taksim’de buluştu. Nöbete ve nöbet öncesi yürüyüşe duyarlı yurttaşlar da destek verdi. Sabiha Görün isimli bir yurttaş yürüyüş ve nöbet sırasında gözyaşlarını tutamadı. Görün, “Her gün haberlerde izleyemeye yüreğim kaldırmıyor. Destek vermek için buraya geldim. Oğlum iktidarın bir şey yapacağı yok. Biz bu cinayetleri böyle tepki göstererek önleyebiliriz”dedi.
Taksim Tramvay Durağı’nda biraraya gelen yurttaşlar burada beklenen bir tepkiyle karşılaştı.  Sivil polisler Vicdan ve Adalet nöbetine katılmak için bekleyen yurttaşları itekleyerek Fransız Konsolosluğu önüne sürükledi. Polislere  “Size de bir gün adalet lazım olur. Utanmıyor musunuz işçi ölümleri artarken bize böyle davranmaya”  şeklinde tepki gösterdiği duyuldu.
Fransız Konsolosluğu’ndan “İş kazası değil, cinayet” yazılı pankartın ardında kortej oluşturan vicdan nöbetçileri, ellerinde iş cinayetlerinde ölen işçilerin adının yazılı olduğu dövizlerle Galatasaray Meydanı’na yürüdü. Galatasaray Meydanı’nda aileler adına açıklamayı 31 Ekim 2013’te Özel Doğa Hastanesi’ne tabela takarken yüksek gerilim hattından geçen elektriğe kapılarak 17 yaşında iş cinayeti sonucu yaşamını yitiren Eren Eroğlu’nun ustası Nazmi Aktaş okudu. Kendisini çocuk işçi Eren Eroğlu’nun abisi olarak tanıtan Eroğlu ailesinin cinayet gününden bu yana en yakın destekçisi Aktaş açıklamada şunlara dikkat çekti.
“İş cinayetleri davalarında bir çok eksiklik görülüyor.Savcılar gerekli incelemeleri yaparak, düzgün iddianemeler yazmıyor.Denetim görevini yerine getirmeyen kamu görevlilerinin yargılanmasında kaçınılıyor. Bilirkişi raporlarında açıkça işverenler kayırılıyor. Davalar çok uzun sürüyor, iş cinayetlerinde yakınlarını kaybedenler duruşmalara git gel yılıyor. Duruşmaları takip edemiyor. Çoğu dava sonunda düşük oranda cezalar çıkıyor, kusurlu olan kamu görevlileri yargılanmadan görevlerini yapmaya devam ediyor. İş cinayetlerinin önlenmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı. Kusurlu kamu görevlilerinin yargılanmasının ve denetimin önü açılmalı. Bilirkişi raporları tarafsız şekilde incelikle hazırlanmalı. Sendika üyeliğinin önü açılmalı, taşeron çalışma düzenine son verilmeli…”
Açıklamanın ardından Karaman Ermenek’te yakının toprak altından çıkarılmasını bekleyen madenci yakının ses kaydı dinletildi. Bu sırada gözyaşlarının tutulamadığı dikkat çekti. Ardından 35’nci Vicdan ve Adalet Nöbeti’nin röportajcısı gazeteci Merve Erol ailelere söz verdi.

SAVCIDAN KAMU DOKUNULMAZLIĞI
Eren Eroğlu’nun ailesi, ilk duruşmada savcının yazdığı iddianame nedeniyle kamu görevlilerinin yargılanmasının önünün kesildiğine dikkat çekti. Tüm sorumlular yargılanana kadar mücadelelerini sürdüreceklerini söyleyen aile fertleri 13 Kasım’daki ikinci duruşmaya yurttaşları davet etti.
Ankara’da Ostim-İvedik patlamasında yakınlarını kaybedenler, davanın 3 yıldır bitmediğine dikkat çekti. Savcının 9 Aralık’taki duruşmada mütalaa vermesini beklediklerini söyleyen Ostim-İvedik davasında adalet arayanlar, “Patlama sonrası mücadelemizle ilgili bir belgesel yapıldı. ‘Sonu yok’ diye tepkiler aldık. Dava bitmiyor ki sonu olsun! Adalet bize soğuk. Biz işverenlerin tarafına da soğuk olmasını, tarafsız olmasını istiyoruz. Adaletin saraylarda  olmaması lazım” diye seslendi.

İŞVEREN BİLİR KİŞİLİĞİ
İş cinayetlerinde yakınlarını kaybedenlerin gönüllü avukatıyken, Soma faciasında 2 kuzenini kaybeden Berin Demir’de, “Bilirkişi raporları canımızı çok yakıyor. İçlerinde işverenlerin işine yarayacak şekilde çarpıtmalar, yanlış bilgilendirmeler yer alıyor. İşverenlerin kusurlarını hafifleten, ölen işçilerin kusur oranlarını yükselten raporlar hazırlanıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden bu durumla ilgili randevu talep ettik. Bizi kabul ettiler. Üniversitenin meziyetlerinden, Türkiye’de var olan mühendisliğin altyapısının İTÜ’ye borçlu olduğundan bahsettiler. Üniversitelerdeki akademisyenler hazırladıkları bilirkişi raporlarıyla, sırf biraz daha yüksek ücretler alma kaygısıyla işverenlere hizmet ediyorlar. Kabul edilemeyecek bir durum. Bilirkişi raporları incelikle hazırlanmalı”dedi.

DOĞAN HOLDİNG’İN İKİ YÜZÜ
Gazeteci Cem Emir’in ailesi şunları söyledi: ” Ermenek’le ilgili Doğan Holding’e bağlı CNN Türk’ün yaptığı habercilikten övgüyle bahsediliyor. Ağabeyim Doğan Haber Ajansı’nda çalışırken haber için gittiği Van’da Bayram Otel’in enkazının altında kalarak can verdi. İşveren iş kazası olarak bildirme mecburiyeti varken bildirmedi. İkiyüzlü bunlar. İş cinayeti davasında işveren vekilliği yapıp sonra Soma’ya giden Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu gibi..”

ÖRGÜTLÜ MÜCADELE
Davutpaşa patlamasında 18 yaşındaki kardeşini kaybeden Hakkı Güleç ise, “Biz kaybettiklerimizi geri getiremeyiz. Örgütlü mücadele ediyoruz ki başkaları yanmasın. Örgütlü halk iş cinayetlerini önleyebilir” diye konuştu.

16 Eylül 2014 Salı

kapalı alanlara sıkışmış hareket özgürlüğü



kapalı mekanların hareket özgürlüğü fena halde sınırlıdır. içinde bulunduğunuz yapının koşularının ve daha vahimi yapının içinde sizinle birlikte yer alan kitlenin sorgusuz kabul ettiği normların esiri olma tehlikesini barındırır. dayanılmaz şekilde yapıyı ve kurallarını sürekli gözetmek zorunda olmak mecburiyetinde bırakılırsınız. şayet dayatılan koşullara uymadığınız takdirde yapının dışına çıkarılma, yalnızlaşma kuşkusuyla, cezalandırılmakla korkutulursunuz. neticede daha önce hiç olmadığı kadar yaralanırsınız. yaralanma fiziki yaralanma gibi sayılı günler dahilinde de olmaz. histerik bir durum alır. hadiseler aleminden hikayeler alemine göçene kadar acılı geçen bir evredir..
bunun için kapalı alan ve gruplardan uzak durmak, özgürlüğü özgür alanlarda aramak, sınıf tarihine, meydanlara, sokaklara, barikatlara göz atmak, diyalektiğin içinde barınan anomiyi, kaosu özümsemeye çalışmak, daha önce denenmemişi, yapılmamışı yapmaya çabalamak gereklidir.
yoksa ne kadar mantık dahilinde de gelse güzel sözler hayatta karşılığı olmayan yayımlarda yer almaya devam ederler.

3 Temmuz 2014 Perşembe

SOMA’DA İMBAT MADENCİLİK’TEN VİCDANLARI YARALAYAN UYGULAMA


Akciğer hastalığına yakalan işçiler işten atıldı!



H. BURAK ÖZ

Soma’da faaliyet gösteren İmbat Madencilik’te yeraltında çalışmaktan akciğer rahatsızlığına yakalanan işçiler işten çıkarıldıklarını söyledi. Şirket yetkilisi, işçilerin psikolojik nedenlerle kendi istekleriyle işten ayrıldığını öne sürdü. İşçiler tepkili

Soma Eynez’de faaliyet gösteren İmbat Madencilik’te, uzun yıllar yeraltında çalışmaktan ötürü akciğer hastalığına yakalanan işçiler işten çıkarıldı. Şirket, işçilerin psikolojik sorunlar yaşadıkları için kendi istekleriyle ayrıldıklarını öne sürdü. İşçiler ise tepkili: “Bizi yıllarca çalıştırıp hastalanınca da bir kenara atıyorlar.”



‘ÇALIŞTIRSALAR ÇALIŞIRDIM’
İmbat Madencilik’te 2008 yılından bu yana çalıştığını söyleyen ve daha önce hiç akciğerlerinden kaynaklı bir rahatsızlık yaşamadığını belirten Hüseyin Satıcı, 18 Haziran’da bir grup arkadaşıyla birlikte işsiz kaldı. Satıcı, “Şirkette her yıl periyodik muayene yapılır. Bu yıl da mayıs ayında muayene yapıldı. Benim çekilen akciğer filmimde sorun tespit edildi. Hastaneye gönderildim. Orada yapılan muayenelerde de bronşite yakalandığım ve düzelme olmayacağı belirtilerek, ‘Yeraltında çalışamaz‘ raporu verildi. Bu rapor üzerine işten çıkarıldım. Çalıştırsalar çalışırdım, kendimi iyi hissediyorum” dedi.


‘YERÜSTÜNDE ÇALIŞTIRSINLAR’
İmbat Madencilik’te 9 yıldır çalışan Hüseyin Porsuk ise “Daha önce hiç sorunum yoktu ama mayıs ayında son yapılan muayenede akciğerimden rahatsız olduğum söylendi. ‘Yeraltında çalışamaz’ raporu verdiler. Şirketten 18 Haziran’da yöneticiler çağırdı. İşyerinden çıkışımı vereceklerini söylediler. Şoktaydım, yerüstünde iş verirler düşüncesiyle tatlılıkla ayrılmak için önüme uzatılan kâğıtları imzaladım. Tazminatımın diğer arkadaşlar gibi 4 ayrı taksit halinde ödenmesini de kabul ettim. Tek isteğim beni yeraltına sokmayacaklarsa, bari yerüstünde görevlendirmeleri. 2 çocuğum var, biri de yolda. İşsiz kalırsam onlara bakamam. Buralarda başka sigortalı iş imkânı yok” şeklinde konuştu.

‘KENDİ İSTEKLERİYLE AYRILDILAR’
Konuyla ilgili görüştüğümüz İmbat Madencilik’ten kendisini Personel Şefi olarak tanıtan ve soy ismini vermeyen Erdinç adlı kişi ise iddiaları reddetti. Yetkili, şirketin, hiçbir çalışanın görevine son vermediğini iddia etti. Personel Şefi, 6 ayda bir şirkette periyodik muayeneler yapıldığını belirterek, mayıs ayında yapılan muayene sonucunda haziran ayında sadece şirketten 4 çalışanın kendi istekleriyle, psikolojik nedenlerle çalışamayacaklarını belirterek ayrıldıklarını öne sürdü.



‘DENETİMDEN KAÇMAK İÇİN’
Çalışanlarla görüşen iş hukukçusu avukat Mehmet Ümit Erdem, şirketin sıkı denetimden ve yaptırımlardan kaçmak için çalışanları, meslek hastalığı nedeniyle değil kendi istekleriyle psikolojik nedenlerle işten ayrılmış olarak gösterdiğini söyledi. Erdem buna karşı yasal girişimlerde bulunacaklarını ifade etti.

ÇALIŞANLAR TEPKİLİ: İŞ DURDURABİLİRİZ
İmbat Madencilik’te çalışmaya devam eden T. adlı çalışan, şirkette çalışan tüm maden işçilerinin arkadaşlarının bu şekilde işten ayrılmaya zorlanmasının huzursuzluğunu yaşadığını söyledi.  T. şunları kaydetti: “İmbat Madencilik bu tür uygulamaları her sene yapıyor. Şirket bizleri yıllarca çalıştırıp hasta olunca bir kenara atıyor. Yapılan muayenelerin ardından bir grup arkadaş çıkarıldı, bir kısmı da bekletiliyor. Bizler ilkokul mezunuyuz, haklarımızı bilmediğimizden bunlara ses çıkartamıyorduk,  ancak 13 Mayıs’tan sonra gözümüz açıldı. Arkadaşlarımızın başına gelenin yarın bizim de başımıza geleceğinin bilincindeyiz. Yasaya göre işten çıkarılmamaları, yetkililerin onlara yerüstünde iş göstermeleri gerek.  Meslek hastalığı nedeniyle de aylık almaları lazım. Arkadaşlarımıza yapılanları kabullenmeyeceğiz, yarın öbür gün İmbat Madencilik’te iş durdurabiliriz” şeklinde konuştu.



DURUMUNU SAKLAYAN İŞÇİLER VAR
Bir çalışanın da işten çıkmaya zorlanmamak için astıma yakalandığına dair hastane raporunu gizlediğini söylendiği İmbat Madencilik’te diğer yandan çalışanların bu benzer sıkıntılar nedeniyle üyeleri oldukları Türk Maden-İş sendikasından ayrılarak DİSK’e bağlı Dev Maden-Sen’e yoğun şekilde geçiş yaptıkları bilgisi edinildi. Dev Maden-Sen’in örgütlenme faaliyetlerinden haberdar olan şirket yetkililerinin ise DİSK örgütlenmesinde ön planda yer alan maden işçilerini çağırarak ifade alıp, korkutmaya çalıştığı öğrenildi.


İmbat Madencilik, 5 bin 200 çalışanıyla Soma’nın en büyük şirketleri arasında yer alıyor.  Şirketin işlettiği ocak, resmi rakamlara göre 301 işçinin öldüğü Soma Madencilik’e ait Eynez ocağının hemen üstündeki bölgede yer alıyor. 

26 Haziran 2014 Perşembe

Soma'da küçük esnaf maden işçisi el ele


Soma’da esnaflar maden işçilerine verilen sözlerin tutulması için eylem yaptı.

Soma’da yiyecek-içecek, giyim, taşımacılık sektöründe faaliyet gösteren esnaflar saat 17. 00 sıralarında dükkanlarını kapatarak  Beş Yol’da bulunan madenci anıtı önünde bir araya geldi.  Esnaf ailelerinin, maden işçilerinin ve öğrencilerin de destek verdiği yaklaşık 2 bin kişilik topluluk buradan  Hükumet Konağı Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş sırasında, “Madenler varsa madenci var Madenci varsa esnaf var”, “Esnaf madenci el ele”  yazılı pankartlar ve “Kömür bitti”, “İş güvenliği sağlansın madenler açılsın”, “Madenler de bizim madenci de bizim” yazılı dövizler taşındığı görüldü. Eylemde sık sık “Soma uyuma madencine sahip çık”, “Madenciye verilen sözler tutulsun” sloganları atılırken bir ara da “Her yer Soma her yer direniş” sloganı atılması dikkat çekti. Kitlenin Hükumet Konağı meydanına varmasının ardından ise eyleme katılan madencilerin hep bir ağızdan “Mecliste oturur alır 10 bin lira, Madenci her gün ölümle baş başa” şeklinde slogan attığı duyuldu. Eynez faciasında yaşamını yitiren madenciler anısına yapılan saygı duruşunun ardından Hükumet Konağı Meydanı’nda kitleye hitaben konuşan Soma Esnaf ve Sanatkarlar Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ayhan konuştu. Ayhan, “Maden işçileri olmadan esnafın yaşayamayacağının bilincindeyiz. Her zaman maden işçilerinin yanında olacağız. Bu eylemimiz birlikteliğimizin başlangıcı olacak. Maden işçilerine hükumetin verdiği sözlerin tutulmasını istiyoruz” diye konuştu. Konuşmadın ardından eylem hükumetin maden işçilerine, çalışma saatlerinin 6 saate indirilmesi, Soma’da madencilere 3 ay maaş ödemesi, madenlerde iş ve can güvenliğinin sağlanması sözünün tutulmasına ilişkin sloganlar atılarak sona erdi.

25 Ocak 2014 Cumartesi

Uğur Mumcu demokrasi kahramanı mı?

Gladio ve öldürülen gezeteciler üzerine yüksek lisans tezimden. Kürt basınında Uğur Mumcu'nun ölümünün işlendiği kısa bir bölüm...

Özgür Ülke gazetesinin, 31 Ocak-6 Şubat 1993 tarihli sayısında Uğur Mumcu suikastı haberi baş sayfada üçüncü haber olarak yer bulmuştur. Mumcu’nun derin devlet tarafından öldürüldüğü iddia edilen habere “Mumcu tanrılarına kurban edildi” başlığı uygun görülmüştür. Haberin spotunda, “Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve son olarak Uğur Mumcu gibi Kemalist isimlerin kurban olarak seçilmesi, koşulları olmayan darbe zeminin olgunlaşmasından çok Kürt muhalefetine karşı geniş tabanlı bir mutabakatı pekiştirmeyi amaçlıyor” denilerek Kemalist aydınların devlet tarafından, milliyetçi belli politikalar çerçevesinde kurban seçilerek öldürüldüğü iddia edilmiştir. Haberin birinci sayfada yer alan bölümünde, Uğur Mumcu’nun MİT’e yakınlığı ile tanındığı iddia edilmiş, suikastın kamuoyuna devletin denetimindeki kitle iletişim araçları vasıtasıyla sunulmasının suikast konusunda belirsizliği arttırdığı vurgulanmıştır. Haberde ayrıca suikastı gerçekleştirdiği iddia edilen birçok taraf olduğu, Cumhuriyet gazetesini arayan bir kişinin suikastı, “İslami Kurtuluş Örgütü” adına üstlendiği, ancak söz konusu örgüt hakkında bugüne kadar somut bir bulguya dahi rastlanmamasının bu iddiayı büyük oranda geçersiz kıldığı iddia edilmiştir. Yeni Ülke gazeteci Uğur Mumcu konusundaki olumsuz bakış açısına suikastı işleyen haberlerde sürdürmüş, Uğur Mumcu’nun derin devletle ilişkili bir gazeteci olması üzerinden suikasta ilişkin bilgileri haberleştirerek, objektif bir habercilik yaklaşımı göstermemiştir.
Haberin on birinci sayfada geniş şekilde görülen devamı ise suikastı Kürt milliyetçileri, tırnak içinde “Özgür Gündem gazetesi taraftarları” ya da PKK’nin gerçekleştirdiği iddialarına cevap verme özelliği taşımaktadır. Haberde iddialar mizansen olarak adlandırılmış ve dayanaktan yoksun olduğu öne sürülmüştür.
Haberde, Milliyet, Sabah, Günaydın, Hürriyet gazetelerinde manşetten verilen ve Uğur Mumcu’nun PKK hakkında yazdığı kitaptan dolayı öne süren haberlere, öncelikle şu şekilde bir anekdotla karışlık verilmiştir: “Oysa Yalçın Küçük, Uğur Mumcu’nun kendisine, ‘Apo benim için ne düşünüyor’ diye sorduğunu, kendisinin de Apo’nun Mumcu’yu devletin sözlülerinden ayırmadığını ‘kızgınlık’ duymadığını yalnızca ‘eleştirdiğini’ aktarıyordu.”
Haberde Uğur Mumcu’nun kitabında yer aldığı belirtilen iddialara yanıt verilmiş ve kitabın dayanaktan yoksun iddialar taşıdığı belirtilmiştir. Kitabın parlak bir pazar fırsatı bulduğu iddia edilerek bu açıdan bakıldığında cinayet bir kitap nedeniyle işlenmişse yayınlatmak istetmeyenlerden çok kitabı kamuoyunun gündemine oturtmak isteyenlerce gerçekleştirilebileceğinin daha mantıklı görüldüğü öne sürülmüştür. Haberde PKK’nin cephe örgütlenmesi ERNK’in Avrupa temsilciliğinin de açıklaması verilerek Mumcu suikastını PKK’nin gerçekleştirdiği iddiaları yalanlanmıştır.
Haberde gazetelerin dışında köşe yazarlarının da farklı iddialarına cevap verilmiştir.
Haberde başta Cumhuriyet gazetesi yazarı Cüneyt Arcayürek’in, “Özgür Gündem Gazetesi taraftarları” türünde ifadelerle yayınına ara verilen Özgür Gündem gazetesinin okuyucularını “taraftar” gibi bir nitelemeyle suçlaması eleştirilmiştir. Haberde Cüneyt Arcayürek’in iddialarına gerekçe olarak Özgür Gündem gazetesinin yazarlarının Uğur Mumcu’yla girdiği polemikleri gösterdiği hatırlatılarak, buna karşı Uğur Mumcu’nun Babıali’nin Emin Çölaşan gibi istisna bir yazar dışında bütün kalemleriyle polemikten öte küfürleşmeye varan kavgalarıyla tanındığı iddia edilmiştir. Haberde bu durumda Arcayürek’in iddiasına göre Mumcu’nun katil zanlısının Babıali’de binlere varması gerektiği şeklinde bir mübalağa bulunulmuştur.
Haberde ayrıca suikast soruşturması sırasında olmayan silahların bulunamaması gibi karmaşıklıklar ve bunların basında yer alması üzerine Güngör Mengi’nin gazetecileri polisin sözünü dilmemekle suçlayan yazısı gibi ilginçlikler dışında Mumcu suikastını PKK, şeriatçılar ve yasa dışı sol örgütlerin ortaklaşa gerçekleştirdiğine ilişkin “komik” iddialar yer almıştır.
Haberde suikastı kontrgerillanın gerçekleştirdiği iddia edilerek, bu iddiaya yedi madde şeklinde kanıt gösterilmek istenmiştir. Birinci kanıt Hasan Cemal ve Güneri Civaoğlu’nun Şam Havalanı’nda yaptıkları bir sohbet esnasında belirttiklerine göre Mumcu’nun son 3 aydır suikast korkusundan tamamen evine kapanmış durumda olduğu, uzun yıllardan beri ölüm tehditleri alan Mumcu’nun son tehdidi oldukça önemsemesi tehdidin engellenemeyen önemli bir kaynaktan geldiğini gösterdiği şeklindedir.
Diğer iddialar ise, suikastı gerçekleştirenlerin bombayı tercih etmelerinin nedeni konusunda, Mumcu’nun ‘çelik yelek giymesi, silah taşıdığının iyi bilinmesi’ gibi unsurlar taşımaktadır. Haberde, Mumcu’nun korumasının bir süre önce geri çekildiği, suikastan birkaç gün önce Mumcu’nun evinin bulunduğu sokağın lambalarının anlaşılamayan nedenle sönmesi gibi bilgiler bulunmaktadır. Polis noktasına 10 metre mesafede olan Mumcu’nun arabasına rahatlıkla bomba yerleştirilmesi eleştirilmektedir. Ayrıca suikasttan sonra delillerin ortadan kaldırıldığı iddiasına yer verilerek, cinayette derin devlet parmağı olabileceği iddiası üstü kapalı verilmektedir. Uzun haberde bunların dışında Mumcu’nun MİT ile ilişkide bulunduğu ve MİT’in basına sızdırmak istediği bilgileri köşesinde kullandığı iddia edilmiş, Mumcu’nun Kürtler, İslamcılar, İran ve sola düşmanlık yaparak oldukça geniş bir cephenin tepkisini çektiği belirtilerek kurban seçilmesiyle bu çevrelerin şüphe altında bırakıldığı kaydedilmiştir.
Haberin son bölümünde ise haberin başlığını açıklayan şu bölüm yer almıştır, “T.C’nin kuruluşundan itibaren kendini ordu ve bürokrasi içersinde örgütleyenler ve hakim kılanlar Kemalizm, Kürt sorununun dayatmasıyla birlikte Uğur Mumcu’nun da içerisinde bulunduğu egemen anlayışı temsil eden ve kamuoyunca da ‘şahinler’ olarak tanımlanan kesim olarak ortaya çıkardılar. Mumcu, ‘şahinler’in basın içerisindeki önemli bir temsilcisiydi. Öldürülmesi Turgut Özal, 2’nci Cumhuriyetçiler, Neo Osmanlılar, PKK, radikal sol, İslamcılar ve İran’a karşı bir zemin hazırlayarak, ‘şahinler’in şovuna dönüştürüldü. Bu durum devlet içerisindeki hakim kliği temsil eden Kemalist kliğin başarısı olarak değerlendiriliyor. Sonuç suikastın nedenlerini ve niçinlerini yeterince aydınlatmaktadır….” Subjektif değerlendirmeleriyle haberden çok köşe yazısı üslubu taşıyan bölümdeki spesik iddiaların kaynağı belirtilmemiştir.
Haberin sonunda ayrıca ek olarak Kürt hareketinin yükselişinden bunun dışında RP’nin güçlenmesinden rahatsız olan kesimleri rejimin din faktörünü de kullanarak abayrağı altında toplamak istediği iddia edilerek haberi iyicene köşe yazısına çevrilerek bir stratejik analiz yapılmıştır. Ama bunun dışında yine haberin sonunda önemli bir eleştiri vardır. Bol tirajlı basınının Kemalist aydınlara yapılan saldırıları hatırlatılırken bu dönemde Türkiye’nin doğusunda öldürülen 10 gazeteciden bahsedilmemesi eleştirilerek görülmeyen gösterilmeye çalışılmıştır.
7-13 Şubat 1993 tarihli Yeni Ülke gazetesinde baş sayfadan üçüncü haber olarak, Mumcu cinayetine geniş yer ayrılmıştır. Mumcu’nun PKK tarafından öldürüldüğü iddia edilen haberlere cevap verme özelliği taşıyan haberin başlığı, “Mumcu’nun ‘yazamadıkları’ yazılmıştır” biçimindedir. Haberde, Mumcu’nun devlet imkânları kendisine sunularak PKK üzerine araştırma yaptığı iddia edilmiştir. Haberin baş sayfadaki bölümünde ve 11’inci sayfada yer alan devamında Mumcu’nun öldürülmeden önce üzerinde çalıştığı ve yazamadığı PKK üzerine haber ve yazılarının yıllar önce kendisi tarafından Kürt basından yazıldığı örnekler verilerek aktarılmıştır. Haberde Abdullah Öcalan’ın gözaltına alındıktan sonra 3 ayda serbest bırakılması, Öcalan’ın bir dönem evli olduğu Kesire Yıldırım’ın babası hakkındaki uyarıları gibi unsurlar yer almıştır. Suikastı gerçekleştirdiği iddia edilen PKK’nin savunulduğu gözlemlenen haberde Mumcu suikastından derin devlet sorumlu tutularak şunlar denilmiştir: “Uğur Mumcu öldürüldükten sonra basın biraz da hayal gücünü kullanarak bilgileri bir hayli çarpıtarak dumanlı bir hava yaratmaya çabasına girişti. Ancak Mumcu suikastının devlet denetiminde bir grup tarafından işlendiği daha da açıklık kazanıyor.”
Yeni Ülke gazetesi, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yazılarından dolayı tepkili olduğu Uğur Mumcu’yu somut verilere dayanmayan ve doğruluğu şüphe konusu bilgiler üzerinden derin devletle ilişkili bir gazeteci olarak yansıtmış ve suikast sonrası objektif bir habercilik izleme kaygısı taşımamıştır.