15 Aralık 2014 Pazartesi


Yatağan'da aslında ne oldu?
Muğla Yatağan Termik Santrali ve bağlı kömür ocaklarında 447 gündür süren direnişe “Sattırmayacağız” pankartlarının altında şube başkanlarının yaptığı konuşmalarla son nokta konuldu. Tes-İş ve Türk Maden-İş sendikası şube başkanları direnişi kazanımla bitirdiklerini iddia etti. Alkış olmadı. Homurdanmaların dışında sadece Kadir Balta adlı bir işçi sesini yükseltti ve “Kolay teslim oldunuz. Sattırdınız” diye bağırdı. Sonra da bana, “Rezalet. 446 gün direniş boşa yapılmış oldu. Sattılar” diye konuştu. Tüm işçiler aslında direnişin kazanımla bitmediğini biliyordu, aslında hemen hemen hepsinin içi buruktu, sessizliklerinden ve bakışlarından bu anlaşılıyordu. Ali Bayraktar adlı işçi gibi, “Yapacak bir şey yok. Destek yoktu. Burada yaratılan psikolojiye uymak zorunda kaldık” şeklinde dertleşme bağlamında hemen hepsi cümleler kuruyordu.
Çünkü direnişin başlangıç nedeni ve ana talebi özelleştirme uygulamasının önüne 1997 ve 2000 yıllarında olduğu gibi geçilemedi. Vergi rekortmeni, devletin en kârlı kurumlarından biri Yatağan Termik Santralı ve bağlı maden sahaları değerinin çok çok altına, birkaç yıllık gelirine 1 milyar 91 milyon dolara Bereket Holding’e bağlı Elsan Elektrik şirketinin eline geçti.
“Sattırmayacağız” diyen sendikalar ve işçiler 10 maddelik bir protokol karşılığında buna razı oldu. Kazanım diye sunulan protokol basından gizlendi. Ulaşmayı başardık. Basından neden gizlendiğini anladık. Anlaşmada, 4-C’ye geçiş serbestliği, asıl işte taşeron işçilerin iş yasalarına uygun şekilde çalıştırılması, devir tarihindeki işçi sayısının korunması, bir lojman ücretlerinin indirilmesi, Mart ayındaki toplu iş sözleşmesine kadar sözleşme hükümlerinin korunması, yöre halkından çalışan alınsın gibi basının kazanım olarak değerlendirmeyeceği maddeler yer almasıydı. Peki neden böyle oldu? Yatağan direnişi özeleştirmeye karşı ana talebinden neden vazgeçti, neden sendikacılar postu kurtarma derdine düşü?
Niye, Yatağan işçisinin 446 gün süren direnişi 1 Aralık’ta Özelleştirme İdaresi’nin Elsan Elektrik’le devir sözleşmesi imzalamasının ardından 2 gün içinde bitirildi, direnişe 3’üncü gün son nokta konuldu?
Cevap basit! Sol medyanın çok sevdiği direniş haberlerindeki abartmayı bir yana bırakıp Yatağan ilçesine gidip ilk gördüğünüz dükkana girdiğinizde veya en kolay bilgi alınacak yer kahvehaneye oturduğunuzda ya da santralin zehirli gazlarından etkilenen köylerden birine gittiğinizde neden özelleştirme uygulamasının durdurulamadığı konusunda fikir sahibi olurdunuz.
Birkaç gün önce Yatağan’a sabahın köründe indiğimde ilk konuştuğum ilçenin girişindeki çorbacıydı. Yatağan Termik Santralı ve bağlı maden ocaklarındaki işçilerle ilçenin bağlarının kopuk olduğunu, direnişin nedenlerinin ilçe esnafına dolayısıyla halka anlatılamadığını anladım. Kahve ahalisi, taksici, lokantacı da çorbacı gibi “İşçinin sorunu… Çok para alıyor onlar. Bizlerden alışveriş etmezler. Buranın halkını küçük görürler” şeklinde benzer söyledi.
Santrale gittiğimde de ise ümitsiz bir hava vardı. Tıpkı Yatağan Termik Santrali’nin zehirli gazlarından en çok etkilenen köylerden Şahinler Köyü sakinleri gibi… Köy halkı yıllarca imza toplamalarına karşın, davalar açmalarına karşın bir şey değişmediğini görmüş, en son ek tikleri ürünlerin ziyanından dolayı dava açmaları da engellenmeye başlanınca tarımı bırakmıştı. Gün geçtikçe daha az yağ veren zeytin ağaçları bir kalmıştı, artık domates, biber, soğan, patlıcan hatta mandalina pazardan alınır olmuştu. Ümitsizlerdi...
Santral işçilerinden çoğu gibi…. İşçilerin çoğunluğu 440’ıncı günlerdeki direnişin başarıyla sonuçlanacağından ümidi kesmişti. Santralin önündeki direniş alanında ilk önce sayının azlığı gözüme çarptı. Sordum, ‘işçiler santralde çalışıyor’ dediler. Gezdim ama orada da fazla kişi yoktu. Santralin 450 işçisinden en fazla 100’ü direnişteydi.(Bu durum 380 işçinin çalıştığı maden sahası için de geçerliydi. Maden sahasının önüne kurulu barikat ve içerilerde 100 kişi ya vardı ya yoktu) Direniş alanında olan işçiler arasında da önceki özelleştirme saldırıları sırasında mücadele deneyimi edinen birkaç işçi dışında devir sözleşmesinin imzalanmasına, çoğunluğu “bu iş bitti” tepkisi göstermekteydi. Yatağan’da 440’ncı günlerinde olan direnişe ve başlatılan işyeri işgaline geniş kitlelerin ilgi göstermemesi de işçilerin morallerini bozan etmenlerden biriydi. Gelen sınırlı sayıda destekçinin el sıkışıp, çay içip biraz oturduktan sonra el sıkaşarak gitmesi işçiler tarafında bir etki uyandırmıyordu. Hatta, şakayla karışık, “Cenaze kalktı, hoş geldiniz taziye çadırına” deniyordu. İşçiler ve Türk Maden-İş ile Tes-İş’in Yatağan Şubesi yöneticileri farklı illerde özelleştirmeye karşı eylemler yapılmasını, geniş kitlelerin tıpkı Gezi’de olduğu gibi çadırlarını alarak gelmelerini gelip kendileriyle birlikte direnmelerini istiyordu. İstiyordu ancak desteğe gelip de işçilerle birlikte santral ve maden sahası önünde sabahlayan iki elin parmakları kadar kişiyle de sohbet edildiği yoktu. İşçilerin çoğunluğu direniş ateşlerinin başında gruplar halinde oturuyor, yanlarına gelenlere şüpheli gözlerle bakıyor, sohbet edilmek istenildiğinde, direnişleri sorulduğunda konuyu değiştirip milliyetçi nutuklar atmaya başlıyordu. Bunda direniş alanındaki sivil polislerin tacizlerinin payı olduğunu ve işçilerin herkese şüpheyle baktığını yabana atmayalım. Tabii iletişim yeteneği olan üniversite öğrencilerinin bazılarının süreç içerisinde işçilerle ortak bir dil tutturabildiğini göz ardı etmeyelim.
Direnişin bitirilmesinin bir başka nedeni ise sendikal anlayışın sınırlılığıydı. Türk-İş’e bağlı AKP’ye yakın uzlaşmacı sendikalar Tes-İş ve Türk Maden-İş’in Yatağan yöneticileri haberlerden okunduğu ve söylemlerine bakıldığında muhalif kimlik sergilemekteydi. Ancak 10 yıllık yöneticilerdi, işçilerden konuştuklarım “Kendi adamlarını delege seçerler. AKP’yi eleştirirler ama sendikada muhaliflerin üstünü çizerler”diyordu.
Tes-İş Yatağan Şube Başkanı Fatih Erçelik’in benim orada olduğumu unutarak 2 gün önce gece direniş alanında işçileri direnişten vazgeçirmek için, “Biz işyeri terk etmeme eylemi yapıyoruz diyoruz da resmen işgal bu! Cezası 8 yıl. Devlet bize toleranslı davrandı. Sonuçta sabırları var. İşten atılan benden hesap sorar. Santrale gelenler bir şey yapsa bunun altından nasıl kalkarız? Bana kazandı da sattı da diyecekler. 4-C’ye geçişin uzatılması Yatağan direnişi sayesinde oldu. Evrensel, BirGün ‘sattı’ der” sözleri Türk Maden-İş Yatan Şube Başkanı Süleyman Girgin’in, “Müdahale olsa bizi kimse muhatap almaz” söylemleri şube başkanlarının sendikal kimliklerini ifade eder nitelikteydi. Türk-İş’in 13-15 bin TL civarında maaş alan yöneticilerinden de zaten düzgün bir sınıf duruşu beklenmesi hayalcilik olurdu. Tüm bu etmenler toplandığında işçilerin çoğunun sınıf kimliğini özümsememiş olması, ümitsizliği, uzlaşmacı sendikal anlayışın kısırlığı ve direnişin önce santralin çevresindeki halk olmak üzere geniş kesimlerce kabullenilmemesi ve karşıda arsız bir hükumet anlayışı direnişin kazanımla sonuçlanmasını imkânsızlaştırdı.
Sonuçta direniş bitirildi. Biterken de her pratikte olduğu gibi ardında deneyimler bıraktı. Yatağan direnişi 1980’li yıllardan bu yana sendikalı olan iş yerlerinde dahi sendikal eğitimin tabanda yer alan işçilere verilmediğini gösterdi. Bir direnişin başarılı olması için önce yöre halkının desteğini alınmasının sonra geniş kesimlerin desteğinin aranmasının gerektiğini ve kopan bağların örülmesinin şart olduğunu kanıtladı. Türk-İş sendikalarındaki uzlaşmacı yaklaşımın kılcal damarlara kadar işlediği ve bundan kurtulmanın uzun mücadeleler gerektirdiğinin yeni bir örneği oldu. İşçilerin 447 gün süren uzun soluklu bir direnişte dahi eğitimler olmadan işçi sınıfı kimliğiyle hareket edemeyeceğini belirledi. Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesi verdiğini söyleyen güçlerin ana gündemlerinin işçi direnişleri olmadığı ya da geniş kesimleri harekete geçirmekten uzak olduğuna ve güçsüzlüklerine kayıt düştü.