Savaşı süpüren kadınlar ve enkazdan bisiklet çıkaran çocuklar
Suruç’a gittiğim gün İnşaat-İş Sendikası üyeleriyle birlikte Kobanê’ye geçmeyi başardım. IŞİD’e karşı verilen savaşta yüzde 80’i yıkılan Kobanê sokaklarında geziyorum. Neredeyse her sokakta çocuklarla karşılaşıyorum. Görevim hasar görmüş binaları fotoğraflamakken, yıkık kentin ayakta duran çocuklarının büyüsüne öylesine kapılıyorum ki, nereden çocuk sesi duysam fotoğraf makinemin objektifini oraya yöneltiyorum. Oyun oynamak için topladığı kurşunları gösterirken ‘Kızacaklar mı acaba?’ diye korkuyla yüzüme bakan ve hızla uzaklaşan çocuğun o anını fotoğraflıyorum.
Kuşun kanadından korkmak
Yerde patlamamış bir havan mermisi görüyorum. Meydanda havan mermilerini görüyorum. Havan mermilerinin kuşun kanat çırpışına benzer bir sesi olduğunu, bu yüzden her kuşun kanat çırpışında insanların ürperdiğini öğreniyorum. Bizi gezdiren savaşçı, “Sesleri güvercinin kanat çırpışı sesine çok benzer. Çete her gün atıyordu. Kanat çırpma sesi duyduğumuzda yaralanmamak için yere atlıyorduk. Bir iki kere kuş çıktı” diyor. Aklıma Melih Cevdet’in dizeleri geliyor: “Bir çift güvercin havalansa…Yanık yanık koksa karanfil…”
Enkazdan çıkan bisiklet
Sonra harabelerin arasından bakan iki sevimli göz dikkatimi çekiyor. Gülümseyerek kardeşleriyle birlikte poz veriyor. Ardından yıkıntıların içinde iki çocuk daha görüyorum. Buldukları bisikleti enkazdan çıkarmaya çalışan çocuklar, işlerine o kadar yoğunlaşmışlar ki fotoğraflarının çekildiğinin farkına bile varmıyorlar. IŞİD çetelerinin, savaşın çaldığı çocukluklarını bir çöplüğe fırlatılmış halde bulmuşlar sanki. Geri almak istiyorlar…
Zaferin çocukları
Kobanê sokaklarında gezdikçe Kürt çocuklar çıkıyor karşıma, kimi zafer işareti yapıp gülümseyerek fotoğrafının çekilmesini istiyor, kimisi utangaçça gülümsüyor. Hava soğuk, yerler çamur içinde. Çoğunun ayakkabısının yok; bazısı terlikle dolaşıyor, bazısı yalın ayak. Su kıtlığı yüzünden yüzleri, üstleri kir pas içinde, tertemiz gülümsüyorlar…
Anneleriyle, ablalarıyla gezen çocuklar görüyorum, anneleriyle hiç yürüyüşlerini bozmadan zafer işareti yaparak poz veriyorlar. Harabelerin arasında oyun oynayanlar beni hiç fark etmezken, 4-5 yaşlarında bir çocuk yanıma geliyor. Kendince bir hediye vermek istiyor bana, elinde tuttuğu klima kumandasını uzatıyor.
Bu sırada cenaze konvoyuna rastlıyorum. Ölenin Kobanê’nin 60 kilometre ötesindeki cephede vurulan Mazlum Hüseyin olduğunu öğreniyorum. Bir aracı durdurup biz de konvoya katılıyoruz. O esnada IŞİD’lilerin traktörlerle taşınan cesetleri geçiyor yanımızdan. Bir taraftan düşmemeye çalışırken bir taraftan hareket halindeki araçtan fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Traktördeki kokmuş cesetlerden yayılan kesif bir koku ortalığı kaplıyor. Herkes ağzını kapatıyor. Traktör toprak bir yola sapıp gözden kayboluyor.
Cesetlerin nereye götürüldüğünü soruyoruz, ancak yanıt alamıyoruz.
“Şehid Namerın”
Mezarlığa varıyoruz. YPG’li Kürt savaşçı Hüseyin’in sarı, kırmızı, yeşil tabutu, zafer işaretleri ve “Şehid Namerın” sloganlarıyla omuzlara alınıyor. Sloganlarla ve zafer işaretleriyle hızla yürüyüp, mezarlıktaki bir katafalka tabutu koyuyorlar. Tabutun başında kısa konuşmalar yapılıyor, sloganlar atılıyor; alkışların ardından hızla, ölen savaşçı kazılmış mezarlardan birinde toprağa veriliyor. Öylesine sıradanlaşmış ki ölüm, yalnızca bir kadın ağlıyor. Ağlayan kadının elini tuttuğu küçük çocuk şaşırmış. Belli ki anlam veremiyor etrafında olanlara, fotoğraf çekerken yalnız o bana bakıyor.
Çevredeki mezarların en eskisinin dahi birkaç ay önce kazılmış olması dikkatimi çekiyor. Çoğu Arapça olan mezar taşlarına baka baka mezarlıktan çıkıyorum. Üzerlerinde savaşçıların cepheye katılış ve ölüm tarihleri yazıyor. Birinin cepheye katıldıktan yalnızca bir gün sonra öldüğünü görüyorum.
Mezarlığa bizi getiren araç galiba cepheye gidiyor. Başka bir araç arıyoruz. Boş tabutun da konduğu kamyonetin kasasında tekrar kente dönüyoruz.
Kadın yaşam özgürlük
Kobanê’de çocukların dışında sokaklarda en çok kadınlar var. Sokak başlarında omuzlarında silahlarla kadın savaşçıların nöbet tuttuklarını görüyorum. Fotoğraflarını çekmek istiyorum. Kimi gülümseyerek poz veriyor, kimisi istemiyor. Savaşı değil, kadın özgürlük mücadelesini konuşuyor olmaları dikkatimi çekiyor. Kadın eylemlerinde sıklıkla atılan “Kadın yaşam özgürlük” sloganı düşüyor aklıma. İşte o slogan burada adım adım gerçeğe dönüşüyor. Kobanê’de yaşam kadınların eliyle yeniden kuruluyor.
“Alt katta IŞİD…”
Kobanê’ye hâkim Miştenur Tepesi’ni yakından gören bir sokağa giriyoruz. Bizi gezdiren Hikmet Acun, oğlu Suphi Nejat Ağırnaslı'yı kaybettiği yeri işaretle gösteriyor. Bize tekrar tekrar bastığımız yerlere dikkat etmemiz, tuzaklaması bozulmuş bomba olabileceği konusunda uyarılarda bulunuyor. Taş taş üstünde kalmamış evlerin arasından, uçaklardan atılan bombaların açtığı çukurlara gire çıka, barikatları aşa aşa yürüyoruz. Oda oda savaşılan evleri görüyoruz. Evet, oda oda! Hikmet abi tek tek anlatıyor: “Bu evde yoğun çatışma oldu, saatlerce, alt katta IŞİD, üst katta bizimkiler…”
Cesetler toplanamıyor
Tahmin ettiğimizden çok daha büyük Kobanê. Savaşılan mevzilerin yakınlığını gördükçe ve savaşçılarla konuştukça ne denli büyük bir mücadele verildiğinin daha fazla ayırdına varıyorum. Kimi yerlerden ceset kokuları geliyor; halen enkazların altında yüzlerce cesedin olduğu, iş makinelerinin cephede olması nedeniyle bu cesetlerin toplanamadığı belirtiliyor.
Savaşı süpüren kadınlar
Yıkık dökük binalar arasında, önünde, içinde insanlar gözüküyor. Kimi dükkanını onarmaya çalışıyor, kimi yıkılmış evinden eşyalarını çıkarıyor. Yaşlı bir kadın kurşun delikleriyle kaplı yanmış araçların ve evlerin olduğu sokakta evinin önünü süpürüyor. Adının Amina Diyar olduğunu öğreniyoruz. Fotoğrafının çekildiğini görünce yanımıza geliyor. Evinin yanmış, yıkılmış olmasından, ekmek sıkıntısından, içecek su olmamasından şikâyet ediyor. Şartlar ne olursa olsun hayat rutinini devam ettirme azmi bizi etkiliyor. Yaşamın ölümle hiç olmadığı kadar iç içe geçtiği Kobanê’de zaman yaşam gibi, su gibi akıp gidiyor.
Bir günlük izin süremizin sonuna yaklaşıyoruz. Kobanê’de tanıştığımız dostlarla, boğazım düğümlenerek, onları orada bırakmanın utancıyla vedalaşıyorum. Başka sözcük gelmiyor dilimin ucuna, ‘Görüşürüz’ diyorum. Klişe bir vedalaşma sözcüğü… Bu sözcüğün benim için bir daha gelme ihtiyacı açısından ne kadar anlamlı, ama ölümle her gün yüzleşen insanlar açısından ne kadar da anlamsız olduğunu düşünüyorum. Kobanê’ye bu düşüncelerle veda edip Türkiye’ye dönüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder